Kebir Tereyağı

Kebir
Kebir Süt ve Gurme ve ürünleri , kebirsüt ürünleri firması tarafından Vakfı kebir ilçesinde üretilmektedir.
Kebir Süt Ve Gurme markası altında çok kaliteli ve lezzetli bir yağ üretmektedirler.
Kullanıcı oyları ile inceleme sonuçlarına göre Türkiye ‘de en çok satılan tereyağ markadısır.
Kebir iyi bir vardı yıllardır kullanıyorduk sanırsamdır diye başlayan övüler yıllar çiğ süte geçen kebir gurme diye harika bir koku gelir burnunuza ve hemen tavaya atma isteği gelir. Büyük marketlere neden bulundurmadıkları konusunda ise yüksek fiyatı belirtilebilir.
Tereyağ Ev ve Yaşam standartlarınızı belirleyen Süpermarket ürünleri arasındadır. Gıda özellikle sağlıklı kahvaltılık ürünleri seçilirken aklınızda olması gereken bir üründür.
Tereyağ ürünleri binlerce marka ve uygun fiyatları ile internette birçok websitesinde bulunabilir. Doğal Köy İnek ve Keçi sütünün yanı sıra Manda sütünden de yapılabilir. Kebir Gurme Tereyağı özellikle Tuzlu olanı tadı bakımından eşsiz bir aromaya sahiptir.
Kebir 500 gr ambalajlar başta olmak üzere birçok amlaj seçeneği ile karşımıza çıkar. Kebir tereyağ Markaları arasında Mopaş İstanbul Anadolu Yakası mağazasında da satışa sunulmuştur.
Geleneksel tarzda yayıklarda üretilen ve en az %80 süt yağı içeren Kebir Tereyağı ile yemeklerde, kahvaltıda ve tatlılarda harikalar yaratacaksınız.
Kebir Tuzsuz 1 kg ambalajı ile Tazedirekt websitesinde bulunabilir.
Kebir & Tuzsuz 1 kg Tazedirekt Online Sipariş ile Tazelik Kapınıza Teslim!
KEBIR KÖY TEREYAGI 1000 GR

Mıhlama tarifi içerinde ve kolot peyniri sip arişlerinize  mutlaka saf tereyağ yani sarı yağ eklemeyi unutmayın. Saf yağ lezzet olarak karadeniz tereyağının özeti olarak tanılanabilir. Çeçil peyniri olarak tanıdığımız bası peynirlere benzeyen kuymak peyniri, mıhlama peyniri taze peynirlerdir. Ancak eski kaşar ve köy peyniri bekletilen peynirlerdendir. Karlıdağ tereyağı binlerce tereyağ markasından bir tanesidir. Bim tereyağı markalarını uygun fiyatlarla müşterilerine ulaştıran bir mağazadır. Kuymak malzemeleri paket halinde mıhlama malzemeleri karadeniz kuymak tarifi ile kullanılmak üzere kargo ile gönderilebilir. Ancak köy tereyağı olmadan
karadeniz mıhlama tarifi olmaz.  Mim tereyağı fiyatı uygun olmasına rağmen mıhlama tarifi nefis yemek tarifleri için uygun değildir. Kolot peynir ve organik tereyağını kullanarak siz kendi mıhlama tarifinizi 4 kişilik olarak revize edebilir, yoğurt markaları iyi olan peynirsiz kuymak tarifindeki mıhlama peyniri adı ile birleştirilmiş kuymak peyniri adını bulabilirsiniz. Kuymak tarifi nefis yemek tarifleri ile aynı kaynaklarda beraber yer alabilir. Torku tereyağı fiyatı son yıllarda rekabetçi tarzıyla karşımıza çıkmaktadır

KEBİR
Hukuk tarihinde devletler hukuku meselelerini ele alan ilk kapsamlı eser olarak bilinir. Gerek bu tarihî önceliği gerekse içeriği ve ilgili literatüre etkisi dolayısıyla müellifi Şeybânî’ye devletler hukukunun kurucusu unvanını kazandırmış (Kruse, JPHS, III/4 [1955], s. 264; Yaman, s. 40; Taş, s. 46-47), Avrupalı bilim adamlarınca Shaybani Society of International Law adlı bir kurum açılmasını sağlamıştır (Kruse, Islamische Völkerrechtslehre, s. XVI; Serahsî, Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, neşredenin girişi, I, 14; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, s. 343-344).

Her ne kadar İslâm tarihinde Şeybânî’den önce devletler hukuku konularını kapsayacak bir içerikle “siyer” terimi kullanılmış ve bazı yönleri aynı isimle kitaplaştırılmışsa da (bk. SİYER) onun bu eseri, konunun bütün boyutlarını kuşatması ve sistematik bir tarzda ele alması dolayısıyla sadece fıkıh değil genel hukuk tarihinde de bir ilktir. es-Siyerü’l-kebîr, bu alanın ilk müellifi olarak takdim edilen Ebû Hanîfe’nin (Şeybânî, Kitâbü’s-Siyer, neşredenin girişi, s. 38, 55, 68; İbn Hacer el-Askalânî, s. 153; Muhammed Hamîdullah, s. 43, 65; Kruse, JPHS, III/4 [1955], s. 243) devletler hukukuna ilişkin ictihadlarını büyük ölçüde yansıtır. Yine Şeybânî’ye nisbet edilen es-Siyerü’s-saġīr de esasen Ebû Hanîfe’nin siyer kültürünü yansıtan, hatta bazı yorumlara göre bizzat ondan rivayet edilen bir eserdir (Ebû Yûsuf, neşredenin girişi, s. 4; M. Zâhid Kevserî, s. 62; M. Ebû Zehre, s. 241). Serahsî’nin ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla es-Siyerü’s-saġīr onun el-Mebsûṭ isimli geniş eserinin “Kitâbü’s-Siyer” bölümünde şerhedilmiştir (el-Mebsûṭ, X, 144).

Hocası Ebû Hanîfe’nin ictihadlarından Ebû Yûsuf kanalıyla ulaştıklarını “es-sagīr” diye nitelenen kitaplarında, herhangi bir aracı olmaksızın doğrudan Ebû Hanîfe’den aldığı hükümleri ise “el-kebîr” diye anılan eserlerinde derlediğini dile getiren yoruma göre (İbn Âbidîn, I, 16, 19) Şeybânî es-Siyerü’l-kebîr’i doğrudan Ebû Hanîfe’den almıştır. Fakat Şeybânî’nin Ebû Yûsuf aracılığıyla hazırladığı el-Aṣl (el-Mebsûṭ) ve el-Âs̱âr’ı “sagīr” diye nitelememesi bu yorumu zayıflatmaktadır. Diğer taraftan Hatîb el-Bağdâdî’nin verdiği bilgiye göre Şeybânî’nin eserleri içinde sadece el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr’de Ebû Yûsuf’un tesiri olmuş, diğerleri doğrudan kendi kaleminden çıkmıştır (Târîḫu Baġdâd, II, 180). Öyle anlaşılıyor ki Şeybânî eserlerini âdeta iki defa yazıyor, önce kaleme aldığı nisbeten küçük hacimli olanlarını daha sonra tekrar gözden geçiriyor ve ilâvelerle geliştiriyordu (Serahsî, el-Mebsûṭ, XXX, 287; krş. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, neşredenin girişi, s. 57). Buna göre Ebû Hanîfe’nin kontrolü altında es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr’i yazmış, Evzâî bunu tenkit amacıyla Siyerü’l-Evzâʿî’yi hazırlamış, Ebû Yûsuf er-Red ʿalâ Siyeri’l-Evzâʿî ile bu eleştirilere cevap vermiş, bütün bu tartışmalarla birlikte Hanefî mezhebinin siyer merkezli bakış açısını etraflıca yansıtmak amacıyla çok sonraları Şeybânî tarafından es-Siyerü’l-kebîr telif edilmiştir. Eseri şerheden Serahsî dahil olmak üzere çeşitli kaynaklarda Şeybânî’nin, es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr’ini inceleyen Evzâî’nin kendisini küçümseyici bir tavır takınması üzerine es-Siyerü’l-kebîr’i yazdığı ve hükümleri hadis rivayetleriyle temellendirdiği için bu defa Evzâî’nin takdirine mazhar olduğuna dair bilgi (Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 3) Evzâî’nin vefat tarihi (157/774) ve eserin telif zamanı göz önüne alındığında şüpheli görünmektedir. Zira es-Siyerü’l-kebîr onun 180 (796) veya 187 (803) yılında tayin edildiği Rakka kadılığı sırasında yazılmıştır. Bu kitabın Şeybânî’nin kaleme aldığı en son eser olduğunu gösteren bir başka delil de es-Siyerü’l-kebîr’in, onun diğer bütün eserlerini rivayet edenler arasında yer alan Ebû Hafs el-Kebîr Ahmed b. Hafs tarafından rivayet edilmemiş olmasıdır (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1014; İbn Âbidîn, I, 17). Çünkü Ebû Hafs, hocası Şeybânî’nin son yıllarında Bağdat’tan ayrılmış olduğu için kitabın yazımına şahit olmamıştı (Heffening, s. 160; M. Ebû Zehre, s. 241-242; Muhammed el-Hudarî, s. 172, 220). Altmış ayrı defter halinde yazılan eser müellifi tarafından Halife Hârûnürreşîd’e takdim edilmiş, o zamana kadar böyle bir eser hazırlanmadığı için takdirlerini belirten halife, bizzat müellifinden okumalarını sağlamak üzere oğulları Emîn ile Me’mûn’u ona göndermiştir.

Eser ağırlıklı olarak devletler umumi hukuku kapsamına giren konuları ihtiva etmektedir. Bu çerçevede sınır boylarında ikamet etmenin ve serhadde askerlik yapmanın faziletine ilişkin rivayet ve yorumlarla başlayan kitap ordu kumandanlarının uyması gereken kuralları, asker sevketmenin esaslarını, bayrak ve flama kullanımını, savaşa fiilen başlamadan önce düşmana İslâm ve barış çağrısında bulunmayı, savaş sırasında geçerli olacak strateji ve hükümleri, eman ve diplomatik ilişkileri, fey-ganimet ve esirlere dair hükümleri, milletlerarası tahkim ve anlaşmaları ele almaktadır. Bununla birlikte yer yer yabancılar hukuku, kanunlar ihtilâfı ve vatandaşlık hukukunu ilgilendiren ayrıntılara da giren eser bu özelliğiyle kısmen devletler hususi hukuku konularını da içermektedir. Ayrıca kitapta irtidad, öşür ve cizye gibi siyer geleneğine özgü konulara değinilmekte, devletler hukukuyla doğrudan ilgisi bulunmayan bazı konuların da müstakil başlıklar altında incelendiği görülmektedir.

Şeybânî’nin zâhirü’r-rivâye eserleri içinde en fazla hadis, eser ve sahâbî kavli ihtiva edeni es-Siyerü’l-kebîr’dir. Onun diğer fıkıh eserlerine nisbetle burada rivayet malzemesine özel önem vermesi siyer alanının kendi iç özelliği ve kaynaklarıyla ilgili bir husustur. Gayri müslim toplumlarla ilişkilerde takip edilecek siyasî ve hukukî çerçeve özellikle Hz. Muhammed’in ve onun ardından Hulefâ-yi Râşidîn’in takip ettiği yoldan çıkarıldığı için bu alanda rivayet malzemesi özel bir önem taşımaktadır. Diğer taraftan hazırladığı kitabın devletler hukuku alanındaki ilk kapsamlı eser hüviyetini taşıyacağının bilincinde olan ve Iraklılar’a yöneltilen önceki eleştirileri hesaba katan Şeybânî’nin burada yer verdiği hükümleri delillendirme kaygısını taşıdığı sezilmektedir.

es-Siyerü’l-kebîr’de Hanefî mezhebinin dışında diğer bazı mezhep görüşlerine ve onların delillerine de yer verildiği tesbitiyle Irak, Hicaz ve Şam merkezli yaklaşımları mukayese eden müellifin bunlardan ikisinin birleştiği görüşü tek başına kalan ictihada tercih ettiği bilgisi (Necîb el-Ermenâzî, s. 45) tenkide açıktır. Bilindiği kadarıyla kitabın günümüze metin olarak ulaşmadığı dikkate alınınca mevcut şerhlerinin hangi cümlelerinin Şeybânî’ye, hangilerinin şârihe ait olduğunu, diğer mezheplere atıfların kimin tarafından yapıldığını belirlemek ve buradan hareketle kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Her ne kadar Serahsî’nin Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr’ini neşretmeye başlayan Selâhaddin el-Müneccid ile bunu tamamlayan Abdülazîz Ahmed metinle şerhi ayırma gayreti göstermişlerse de esasen şârihin, eserini hazırlarken böyle bir yöntem izlememesi dolayısıyla bu girişim de metin üzerinde kesin hüküm vermeye yetmemektedir. Ayrıca şerhin herhangi bir konu başlığının hemen altında asıl metin gibi sunulan satırlarda, “Biz bu konuyu Şerḥu’l-Muḫtaṣar’da genişçe ele aldık” cümlesiyle (meselâ bk. IV, 1425) Serahsî’nin diğer eseri el-Mebsûṭ’a yapılan göndermelere rastlanmakta, es-Siyerü’l-kebîr metninde Ebû Yûsuf’un adının hiç anılmadığı bizzat Serahsî tarafından beyan edildiği halde (I, 1) metin gibi öne çıkarılan birçok yerde Ebû Yûsuf’un isminin açıkça geçtiği görülmektedir. Evzâî’nin eski Arap telakkilerini, kabul görmüş Helenistik düşünceleri ve Akdeniz sahillerinde yaşayan örfe dayalı Emevî uygulamalarını temel almasına karşılık Şeybânî’nin de içinde bulunduğu Iraklı fakihlerin bunu reddedip Abbâsî uygulamalarını merkeze aldıkları yönündeki şarkiyatçı iddialarının (Schacht, s. 70-77, 204; Kruse, JPHS, III/4 [1955], s. 244-245) genelde fıkhın oluşum süreç ve kaynakları, özelde siyer literatürünün temel özellikleri ve kaynakları dikkate alındığında gerçeği yansıtmadığı görülmektedir.

Şeybânî’nin öğrencileri olan Ebû Süleyman el-Cûzcânî ile İsmâil b. Tevbe el-Kazvînî tarafından rivayet edilen, fakat asıl metin olarak günümüze ulaşmayan (krş. M. Zâhid Kevserî, s. 64) es-Siyerü’l-kebîr’in en erken izleri, Karahanlı dönemi fakihlerinden Şemsüleimme es-Serahsî’nin (ö. 483/1090 [?]) Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr adlı eseriyle takip edilebilmektedir. Serahsî’nin verdiği bilgiye göre (I, 5) eser biri hocası Şemsüleimme el-Halvânî, diğerleri Ebü’l-Hasan es-Suğdî ve Ebû Hafs Ömer b. Mansûr el-Bezzâr ile tamamlanan üç ayrı senedle kendisine ulaşmıştır. Şeybânî’nin eserlerini el-Kâfî ismiyle derlediği bilinen Hâkim eş-Şehîd’in (ö. 334/945) bu eserindeki siyer bölümü (vr. 188b-198a), eseri el-Mebsûṭ adıyla şerheden Serahsî’nin bölüm sonundaki ifadesine bakılırsa (X, 144) es-Siyerü’l-kebîr değil es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr’dir. Mahmûd Ahmed Gāzî’nin Kitâbü’s-Siyeri’ṣ-ṣaġīr adıyla yayımladığı (İslâmâbâd 1998) metin de esasen el-Kâfî’nin siyer bölümüdür. Leknevî’nin okuduğunu söylediği (el-Fevâʾidü’l-behiyye, s. 163) es-Siyerü’ṣ-ṣaġīr ve es-Siyerü’l-kebîr de muhtemelen bunların Serahsî tarafından yapılan şerhleridir. Serahsî’nin el-Mebsûṭ’tan sonra kaleme aldığı anlaşılan Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr (IV, 1425) asıl metnin bazı bölümlerini ihtiva etmemektedir. Meselâ Ehl-i kitap esirlerinin nesebinin ispatı bölümüyle dârülharpte had cezalarının uygulanması bölümü arasında kalan kısmı atladığını belirten Serahsî (V, 1850) bunu Şerḥu’z-Ziyâdât’ta etraflıca incelediğini söyler.

İlk defa 1335-1336 (1917-1918) yıllarında dört cilt halinde Haydarâbâd’da neşredilen Şerḥu’s-Siyeri’l-kebîr’in ikinci tam neşri ilk üç cildi 1957-1960 yıllarında Selâhaddin el-Müneccid, son iki cildi 1971’de Abdülazîz Ahmed tarafından olmak üzere Kahire’de yapılmıştır. Mustafa Zeyd’in tahkiki, Muhammed Ebû Zehre’nin giriş ve notlarıyla 1958’de Kahire’de başlayan bir üçüncü yayın ise ilk cildinden sonra devam etmemiştir. Bazı bölümleri Fransızca’ya çevrilip 1851-1853 yılları arasında Journal Asiatique’te tefrika edilen bu şerh (Necîb el-Ermenâzî, s. 46) II. Mahmud’un emriyle Türkçe’ye çevrilmiş, Mehmed Münîb Ayıntâbî tarafından yer yer genişletilerek yapılan çeviri, Arapça aslından doksan iki yıl önce Terceme-i Şerh-i Siyeri’l-kebîr ismiyle 1241’de (1825) iki cilt halinde İstanbul’da yayımlanmıştır. Alay müftüleri ve tabur imamları tarafından subaylara ve askerlere ders kitabı olarak okutulan eser, Osmanlı askerlerinin Avrupa devletleriyle savaşlarında uyacakları kurallar için temel kitap kabul edilmiştir (Taş, s. 48). Ayıntâbî’nin ayrıca Teysîrü’l-mesîr fî Şerḥi’s-Siyeri’l-kebîr adlı Arapça bir eseri daha vardır (Süleymaniye Ktp., Hüsrev Paşa, nr. 382, müellif hattı; Mihrişah Sultan, nr. 110; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 726; İÜ Ktp., AY, nr. 5867). Günümüz Türkçe’siyle yeniden tercüme edilerek İslâm Devletler Hukuku adıyla yayımlanan bu eserin (nşr. İbrahim Sarmış – M. Sait Şimşek, I-V, Konya 2001) UNESCO’nun isteğiyle Muhammed Hamîdullah tarafından yapılan Fransızca çevirisi Türkiye Diyanet Vakfı’nca neşredilmiştir (I-IV, Ankara 1989-1991). es-Siyerü’l-kebîr’in ayrıca Halvânî, Ebü’l-Hasan es-Suğdî ve Mahmûd b. Ahmed el-Hasîrî tarafından şerhedildiği bazı kaynaklarda belirtilmiş olmakla birlikte (Kureşî, II, 567; III, 433) bunlar günümüze ulaşmamıştır.

SEYYİD MAHMUD-İ KEBİR KİMDİR?

Seyyid Mahmud-i Kebir Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinin Kayabaşı Köyü’nde mezarı bulunan Hacı Kureyş’in evlatlarındandır. Miladi 1200 yıllarından önce baba ocağı olan Gaziantep’ten ayrılarak Tunceli’nin Mazgirt ilçesi yakınlarındaki Perisuyu Vadisi’ndeki Çelekeş (Çelekas) köyüne gelir ve oraya yerleşir. Sonra, Perisuyu Vadisi’nde başak bir düzlükte bulunan tarlanın içindeki bir kayayı oyarak bir kişinin kalabileceği ve ibadet yapabileceği bir yer hazırlar. Kışın zemheri ayında buraya giderek 40 gün hiçbir şey yemeden ve içmeden ibadet yapıp çile doldurur. Çelekeş Köyü’ndeki bu mübarek mekan önceleri yöre halkı tarafından ziyaret edilmekteydi. Lâkin, çile mekanının Keban Barajı’nın yapılmasının akabinde baraj gölünün içinde kalmasıyla mekanın taşları yöre halkı tarafından baraj sularının ulaşamayacağı yüksek bir tepeye yerleştirilmiştir. Günümüzde bu taşlar yöre halkı tarafından ziyaret edilmektedir.

Seyyid Mahmud-i Kebir, gösterdiği kerametleri sayesinde yöre halkı tarafından çok sayılıp sevilir. Bunun içindir ki kendisine babasının adı olan “Kureyş Baba” lakabıyla anılır. Tunceli, Erzincan, Erzurum, Elazığ, Muş, Bingöl, Gaziantep, Adıyaman, Balıkesir, Konya … şehirleri ve yurdun geri kalan kesimlerinde Seyyid Mahmud-i Kebir’in torunları babasının adı olan Kureyşanlılar olarak anılırlar.

KAFKAL-İ KEBÎR KİMDİR? HAYATI VE ESERLERİ
KİHAES 02/24/2014 0

Ebû Bekr, Muhammed b. Alî b. İsmâîl eş-Şâşî, meşhur bir âlimdir. Vak­tiyle pek ma’mûr bir ilim ve irfan merkezi olan Semerkand’e tâbi’ (Şaş) ül­kesine mensûbdur. (291) târihinde doğmuş, bilâhare defeâtla Nîsâbûr’a git­miş, Irak’a azimet etmiş, bir müddet Buhârâ’da kalmış, Halîfe Mutî’ li’l-lâh zamanında Müslümanlar ile Romalılar arasında vuku’ bulan muharebelerde hazır bulunmuş, Hicaz’a, Şam’a da rıhlet eylemiştir. Mâverâü’n-nehir’deki Şafiî âlimleri arasında hadîs tahsili için en ziyâde seyahatta bulunan zât, iş­bu Kaffâl-i Kebîr’dir. Nihayet (365) senesinde Şâş’da vefat etmiştir. Rahmetu’llâhi aleyh.

Kudret-i İlmiyyesi:

Kaffâl-i Kebîr, İslâm âleminin büyük âlimlerinden biri sayılmaktadır. Tefsire, hadise, fıkha, usûl ve fürûa müteallik ilimlerde, edebiyyâtda bir mü-tebahhir bulunuyordu.

İbn-i Hüzeyme’den, İbn-i Cerîr’den, Abdu’llah el-Medînî’den ve sair meş­hur âlimlerden tefsir, hadîs, fıkıh gibi ilimleri ahzetmiştir. Kendisinden de Ebû Abdi’llah el-Hâkim, Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî, Ebû Abdi’llah el-Halîmî ve sâire hadîs rivayet etmişlerdir.

Halîmî diyor ki: “Üstadımız Kaffâl, kendilerine mülâkî olduğum ulemâ­yı asrının en âlimi idi.” Hâkim de diyor ki : “Kaffâl, asrının imâmı olan bir fakîh-i edîbdîr.”

Şeyh Ebû İshak eş-Şîrâzî de demiştir ki Kaffâl, bir imâm idi, hiçbir kimsede nazîri bulunmayan birçok te’lifâtı var idi. Fukahâdan Cedel ilmine dâir ilk kitab tasnif eden zât Kaffâl-i Kebîr’dir.

Bu zât, İslâmiyyet’e hem kalemiyle, hem de kılıcı ile hizmet etmiştir. Pek bedî’ yazıları, muhteşem kasideleri vardır. Hattâ deniliyor ki : Müslü­manlar ile Bizanslılar arasında vuku’ bulan bir muharebeye Horasan ve Mâverâü’n-Nehr Müslümanları da iştirak etmişlerdi. Bunların arasında Kaffâl de bir mücâhid olarak hazır bulunuyordu.

Bu esnada Kayser, Arabca yazdırmış olduğu bir kasideyi İslâm diyarı­na göndermişti. Bu kasidede Müslümanların aleyhinde birçok cür’etkârâne tehdidler, tahkirler mevcûd idi. Müslümanların bir müddettenberi bir reha­vet içinde yaşadıklarından ve bu cihetle birçok yerleri ellerinden çıkarmış bulunduklarından ve sâireden bahsolunuyordu.

Kaside İslâm ordugâhına gelmişti. Şiir i’tibâriyle mühim idi, Buna mü­kemmel bir cevap vermek îcâb ediyordu. Orduda Horasan’dan, Irak’dan, Şam’dan gelmiş birçok üdeba ve şuârâ bulunuyordu, fakat, bu kasideye mükemmel bir tarzda nazmen cevap veren zât Kaffâl olmuştu.

Bu harb esnasında Bizanslıların ellerine esir düşmüş olan bir Müslüman âlimi diyor ki : “Kasîde-i Cevâbiyye Kostantıniyye’ye gelince şehrin ilim adamları toplanmış, bu kasidenin belagat ve metanetine hayrette kalmış, kasidenin şâirini ve bunun hangi beldeden olduğunu sormaya başlamışlardı. Müslümanların arasında bu kadar muktedir bir şâirin mevcûd bulunduğunu zannetmemiş olduklarını söylüyorlardı.” Bu iki kaside ile sonradan İbn-i Hazm-ı Zahirî tarafından yazılan üçüncü bir kaside tamamen Tabakaatü’s Sübkî’de mündericdir.

Mezhebi:

Kaffâl-i Kebîr, fıkhen Şâfiiyyü’l-mezhebdir. Mâverâü’n-nehir’de bulunan Şâfiîlerin ilimce, irfanca reisi bulunmuştur. Hattâ Türkistan’ın her tarafın­da Hanefî Mezhebi şayi’ iken Şaş havalisine Şafiî Mezhebi’ni neşreden bu zât olmuştur.

İ’tikad i’tibâriyle Mu’tezile mezhebi’ne mütemayil iken bilâhare Eş’arî mezhebi’ne rücû’ etmiş olduğu rivayet olunmaktadır. Zâhid, müttekî bir zât idi.

Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynî’nin ifâdesine nazaran Kaffâl-i Kebîr, kelâm ilmini İmam Eş’arî’den ahzetmiş, Eş’arî de Kaffâl’in fıkhından müs-tefid olmuştur.

Me’hazlar : Tabakaatü’s-Sübkî, EI-A’lâm, Kaamûsü’l-A’Iâm.

KAYNAK: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi